Friday, October 22, 2010

suskunluksa

Sığ suları en hafif rüzgarlar bile coşturabiliyor.
Derin denizleri ise ancak derin sevdalar.
Anladım ki, derin ve esrarengiz olan her şey susuyor.
Anladım ki susan her şey derin ve heybetli.

Şems

Tuesday, August 10, 2010

-de'li -da'nalar




insan düşününce (ki insan sırf osursa ve bir şey düşünmese) imla gibi hataların hayatta nasılda yer kapladığına bir türlü anlam veremiyor. Oysaki insan dilini, öz dilini bu kadar sevip onu eciş bücüş kullanmaya nasıl kıyıyor. Aslında genelde böyle durumlarda insan kendine kıymış oluyor, kıymış diye bir kedi ismi olsa güzel mi olurdu acaba? Bazen nasıl oluyorda bir şeyleri yanlış yazmak ile doğru yazmak arasında sıkıştığınızı düşünüyorsunuz, aslında genelde böyle bir düşünceye dilbilgisine hakim ve avukat olanlar katılmaz. İnsan dilini hakikatiyle kullanmalı, lafı gediğine oturtmalı, noktalar yerli yerinde, virgüller çelme takmadan, soru işaretleri kancalarını batırmadan, ünlemler baymadan kurallara uyulmalı.
Kurallara uymak ile ilgili derdi olanlar, imla hatalarını, dilbilgisi kurallarını nanikleyip yollarına devam edebileceklerini düşünebilirler.
Bazen sırf bu düşünce için Stoacı bile olabileceğim aklımdan geçmiyor değil.
Yazarken önemli olanın derdimizi anlatmamızın yanında derdimizi nasıl anlattığımızı da fark etmemiz gerektiğini varsayabilir. Tamam, varsaymak bunun için çiğ bir ifade olarak kaldı. Benimsemek cuk oturabilir bir de onu deneyelim.
Ya da kabul etmek ağır başlılığı ile ortamı ele geçirsin.
Kabul edelim ki yanlış yerlerde kullandığımız noktalama işaretleri, yaptığımız imla hataları, -de'ler, -da'lar bazı bazı -ki'ler, sizi rezil de yapabilir, vezir de.
Rezil olduğum anların sayısı son zamanlarda artmış ve kendimi bir kütüphane görevlisi olarak ücra bir yere sürmeyi düşünürken, aklıma bunun yerine daha iyi bir fikir geldi. Ayvayı yemek.
Bazen nasıl oluyorsa beynim hayır hayır o de dahi anlamında, hayır hayır o ki bağlaç ve da da da... şeklinde benimle oyun oynamaya başlayabiliyor.
Saçmalık, insan yüzde yüz bildiği şeyleri karıştırmaz, iki kere ikinin kikiriki olduğunu savunduğunuzda roma rakamıyla IV hakkında hiç bir şey bilmediğiniz ortaya çıkabileceği gibi dandik bir agnostik olduğunuzu düşünen nadir insanlar da çıkabilir, o da birazcık şanslı olduğunuzu varsayarsak.
İmla hatalarını, ekleri, hepsini geride bırakmak istediğim bir gün ve yeni doğacak çocuklar için kızsa virgül erkekse nokta konulacak zamanlar dilediğim oluyor.
Ayrıca kızlar için kuku erkekler için pipi gibi komünist bir modanın da geleceğini düşünüyor gibi oluyorum.
yazmayı sevenlerin yüreklerindeki eklerin götürdükleri yerlere gideceklerini biliyorum. o yer TDK’nin sevgi dolu kucağı ve kiremit ile arasındaki yedi farkı bulmanızı sağlayacak imla kılavuzu olabilir. Mutluluk ise her zaman yazmakta olacak, hatalar bulmayı sevenler için bir hazine, yazanlar içinse katar'da bulunan bir tv kanalıdır el cezire.
Bu yüzden hep yazacak, hata yapacak ama yine yazacaksınız. Derdinizi sizin hatalarınıza takmış olanlara değil anlattıklarınıza takmış olanlara anlatacaksınız.
Hatalar yapabilir, ya da hatasız da olabiliriz. Düzeltilecek bir şeyler her zaman olacak. Önemli olan beklemeden yapmak, düzeltmek için de bozmak için de yeterli zamanımız var, dertlerimizi anlatmak içinse bir kum saati ve yere düşen bir elma.

p.s: bu blogda bulunan imla, dilbilgisi...vb gibi hataların bulunması dahilinde o hataları bulanlara boncuk dağıtılacaktır.

Monday, August 2, 2010

Devam

Devam edebilmek için biraz kafayı yırtmış olmak lazım.
İnsan kafasını nasıl yırtar konusunda ise belli belirsiz bir kaç şey söyleyebilirim sanırım.
Sürekli aynı halının aynı köşesine takılıp düşersiniz ya da sürekli aynı kapının koluna takılırsınız,
belki de aynı dolap kapağına çarparsınız her uyandığınızda.
Yoldan geçerken aynı kaldırıma takılır gözünüz ne de kirli diye,
otobüse binerken durağın hep sağında durursunuz güneş size gelmesin diye.
Bunlar mı?
Bunlar her gün başınıza gelenler işte,
ne alakası var olabilir kafayı yırtmak için,
kafayı yırtmak nasıl bir şey olabilir,
bir sayfa mıdır kafamız?
Ortadan ikiye yırtıp,
buruşturup ince bir bilek hareketi ile çöp kovasına savurduğumuz.
Her gün aynı rüyayı görüyor olabilirsiniz,
fakat bunun hakkında ne yapabileceğinizi bulamıyorsunuzdur.
Cümleleri çok uzatıyorsunuzdur,
twitter için tam anlamıyla bir zavallısınızdır,
insanlar sizi beş on kelimede çözmek isterler,
bir kelimede ise yok edebilirler.
Bir kez daha denediğiniz,
bir kez daha denediğiniz,
bir kez daha denediğiniz bir hileniz vardır,
bir numaranız vardır, şimdi olacak işte,
şimdi zımba gibi tutunacağım ve kılımı kıpırtdatmayacağım,
beni buradan söküp almak isteyenlerin ise biraz canı yanacak,
dersiniz.
Pfft, sıkıcısınız.
Ne menem bir şeysiniz böyle.
Değişemiyor, bütünleşik olamıyorsunuz kendinizle,
bir tür deney gibisiniz çok pahalı bir laboratuvarda yer alan,
ama etrafta beyaz önlüklü kimseler gözükmüyor.
Yani birisi sizi kurtaracak ve dünyaya satacak,
daha muhtemel olan bir şey varsa,
birileri inanın ağzınıza sıçacak.
Önemli değil,
pek şikayet edebileceğiniz bir hadise yok ortada.
İçiniz biraz daha ateşlendi,
lavlar her seferinde bir katman oluşturuyor denizin dibinde,
siz patlıyorsunuz,
yoktan bir ada mı yeşerteceksiniz yer yüzünde?
Devam edeceksiniz,
patlaya patlaya,
katman katman çoğalacaksınız.
Reddedilecek fakat canınızı yakmayacaksınız,
kendinizi ateşe atmayacaksınız,
siz ateş olacaksınız,
rüzgarda etrafa karışıp nefes alacaksınız,
biraz serinleyip durulacak ve zamanı geldiğinde artık aydınlatacaksınız yakmaktansa etrafınızı.
Önce kendiniz yanacak, önce kendinizi aydınlatacaksınız.
Bir dolu insandan geçmek için önce kendinizden geçeceksiniz.
Her gün deniyor ve deniyorum.
Her gün devam ediyorum.
Beklemeden yapıyorum,
beklemeden devam ediyorum.
Devam ediyoruz...
Devam.

Friday, July 30, 2010

Zaman


Argh saçmalık, zamanı insan nasıl kullanabilir ki, bir dakika, yoksa?
Herneyse, neden zaman? Neden bu hezeyan? Aslında bir nevi merak, zamanla ilgili bir çok şey yaşanabilir, bazen zamanın en baba tanrılardan birisi olduğunu düşünmüyor değilim, mitolojide zaman tanrısı diye bir halt var mıydı?
Bazen eriyip giden bir şeyler var, aklıma Salvador geldi, bir insana Salvador demek hoşuma gitti.
Kendimi Lorca gibi hissettim, ha ha ha, daha neler, bir dakika, bu güzel olabilir miydi ki? Lorca gibi bir yüreğim olsa gider Salvador'u severdim evet doğru, böyle büyük yürekler genelde heba olurlar dostlar.
Yok yok, zaman diyordum, ama araya sıkıştırmak istediğim bir şey keşfettim yine, Little Ashes izlense güzel olur, izlemeyenler izlesin diye bir kalıpta kullanıyım da böyle çiğ bir hissiyat oluşsun zihinlerde.
Zaman akıp gidecek, neler yapmış olacağız?
Yaşamak bir şey yapmakla eş değer mi? Başlı başına?
Böyle de sorular sorulmamalı işte, adam akıllı sorular sorulmalı, zamanı geldi mi zamanımızın? Bizim zamanımızın?
Yahu şimdide Modern Times aklımı çeldi, ya '36 sene, yani daha ortada fol ve yumurta yokken Chaplin var, off zaman işte böyle bir şey. Ölümsüzlük mü demek yoksa zaman?
Hmmm, üstünde bir kaç saniye kadar düşüneceğim.
Geri kalan saniyelerde de Heidegger'ı düşüneceğim gözlerim kapalı.
Varlık ve Zaman demiş adam, hmmm bir daha okursam bir daha okursam bir daha okursam.
Olur mu? Anlar mı insan?
Zamandan?
Andan?
Yaşamdan?
Nefes aldığın kadar mı zaman?
Attığı kadar mı kalbinin?
Zamanın Ruhu'na hiç girmeyelim o zaman. Ya Hegel, şimdi burada, olacak iş değil.
Almanca öğrenmek içinde bir zaman olmalı, eriyip gitmeden zamanın ağırlığı.

Sunday, December 13, 2009

beklemek

Geçen gün mutfakta domates dilimlerinin üzerinde duran ufak bir sineğin aradan geçen saatlerden sonra daha kaç saat orada durabileceğini düşündüm.
Bir domates diliminin üzerinde geçen saçma bir yaşam diye kahkahalar atmaya kendimi hazırlarken aklımda trafikte geçen saatlerimin flaş görüntüleri patladı.
Aslında domatesin üzerindeki bu sinekten pekte bir farkım yoktu, saatler, saatler, saatler, saatler ve saatler boyunca trafikte kalmak...
Ne saçma, ya da belki de o kadar saçma değil, ya da saçma evet, ama saçma olmayabilir de... Her ne olursa olsun sadece mantıklı olmaması bile yeterli ve bu yüzden çoğu insan "buralardan gitmek" konu başlıklı hikâyelerini anlatıp duruyorlar,
buralardan gitmek,
buralardan gitmek,
buralardan gitmek...
mıy mıy mıy mıy mıy...
Bu hikayelerinde trafikte geçen saatlerden ya da domates diliminin üzerinde saatlerce duran minik sinekten pek bir farkları yok.

Genelde insanlar beklerler, beklerler ve beklerler.
O kadar çok beklerler ki bu bekleme olmaktan çıkar,
park ederler ya da duraklarlar - dururlar.
Bir zamanlar renkli ve yapışkan toplar vardı, duvara atıldıklarında yapışıp kalanlardan, genelde insanlar bunları tavana atmayı daha çok seviyorlardı, insanoğlu ve yer çekimi kuramı arasında ki inanılmaz rekabet, herneyse, bu yapışkan toplar gibi çoğu insanda şu an ya tavanda ya da bir duvarda yapışıp kalmış bir şekilde bekliyor.
O duvara kimler tarafından atıldıklarından çoğunun haberi yok ya da başka bir çoğunun haberi var ama ne fark eder ki?

Beklemek böyle birşey, sizi birilerinin duvara atıp gittiğinin farkında olmadan oraya yapışıp kalmanız da böyle birşey.
O duvarda kuruyup kalmayın, yere doğru süzülün, beklemeyin, bekleme yapanlara izin vermeyin, ben yine trafikte olacağım, aynı trafikte siz de olacaksınız, ama aynı anda bekliyor olmayacağız, imla hatalarına verdiğiniz önem kadar biraz da kendinize önem verin, beklemeyin yapın.

Wednesday, November 25, 2009

bad romance

insanın istediği her bok hakkında konuşması sadece televizyona çıkan fularlı gömlek üstü süeterli tiplere ait olmamalı,
ki zaten değil
ve olmadığı için bundan inatla faydalanmak adına,
atıp tutmak,
sallamak,
inatlaşmak,
yersiz sözcükler sarfetmek,
yerli malı kullanmamak,
kullanıldığında övmesini bilmek,
yermesinden yağsız tavada omlet yapmak,
saldırmak ama saldırgan olmamak,
ona buna yetişmek,
bir tek otobüsü kaçırmak,
vesait kullanmak,
sigara kullanmak,
toplumu ve alkolü tüketmek,
sinirleri harap etmek,
ruhu nefes egzersizleri ile beslemek,
bir yandan yanlış beslenmek,
ot ve bok arasındaki şeyi aşk zannedenlere imrenmek,
seçici davranmak,
ortada göt gibi kalmak,
dilbilgisi kurallarına uyanları ünlem şeklindeki beyzbol sopasıyla şamarlamak,
diziler hakkında amma da kötü olmuş ama bu kadarı da gözlerimi kanatıyor demek,
sağır olsaydım da duymasaydım sesini hiç beğenmedim şarkının kalitesini piç diyebilmek ama britney spears'ı yeri geldiğinde göğe kadar savunmak,
sadece uyuzluğuna tüm bunları yazmak ve bekleme yapmadan devam etmek.

uzun yazıları okumayan,
kısa yazıları şiir zannedenler,
kıllı olupta hayattan kıllanmayanlar hiçbir şeyin fark etmediği milyonlarcasının benden bizden senden farklı olmadığını herkesin eşit olduğunu düşünüpte senden benden sizden çok olduğunu şarkılardan öğrenenler, oysa ki hepimiz hâlâ farklıyız içimizden biri aramızdan sıyrıldığında biz bunu anlamaktayız, sıyrılmış olan nedir ?
bir külot?
bir gömleğin kolu?
bir fikir?
bir mahlukat?

bekleme yapma

ve farkediyorum ki bekleme yapan bir yığın insan var, bekleme (es) yap diyen neredeyse kimse yok, aradaki o birkaç saliselik boşluğa konulan virgül; artık bekleme ve yap anlamını taşısa da yine de birşey farketmemiş olacak ve bekleme yapanlar, beklemeden yapanlar, yapamayanlar, yapmayanlar, ıvırlar ve zıvırlar her daim var olacaklardır, ki bu beni hiç enterese etmiyor, sadece bekleme yapmadan kaldığım yerden devam, yani en baştan...